Aslında yazılacak o kadar çok şey var ki. İnsanın yaşı ilerledikçe, bir daha ulaşamayacağını bildiği eskiyi anması daha başka oluyor
Bir de, zaman zaman Sedat kardeşimin anlattığı,ayrıntılı anılar daha bir derinlere daldırıyor beni.
Ben köyümü Sedat ve birçokları gibi ayrıntılı yaşayamadım. Babam öğretmen olduğu için ve de eğitim-öğretim hayatıma birçoklarından farklı devam ettiğim için bu özlem ayrıca kor olmuştur yüreğimde. Babamın görevinden dolayı hayatımızın büyük kısmı babamın görev yerinde geçti. Arada bir hafta sonları, karne tatilinde ve yaz tatillerinde ancak köye gelebiliyorduk ve o gelişlerin her biri de bir sebeple olduğu için pek ayrıntılı memleket anılarına sahip olamadım maalesef.Arkadaşlarım dahi çok kısıtlı ve samimiyetimiz de bir yere kadar idi.
Köye gelirdik, tarlaya ekin ekmeye, odun kesmeye, fındık dibi almaya, fındık toplamaya...koşardık. Zamanımız kısıtlı olduğu için, köylü vatandaşın 10-15 günde yaptığı işi 3-4 günde; 1-1,5 ayda yaptığı işi de 15-20 günde yapmak zorunda olduğumuzdan dolayı köyün yaşanılası güzelliklerini pek ayrıntıları ile yaşayamazdık.
Tabii ki ben de tahta arabasıyla kaydım, kefe dıkıldım, üstümü başımı parçaladım, gömleğimin gopçasını koparıp mile(misket) oynadım, gübre torbası ile elim-ayağım tamamıyla soğuktan uyuşana kadar karda kaydım, üzüm tefeğini keserek tarzancılık
oynadım, çamurun içinde kimi zaman sağlam, kimi zaman patlak topla futbol aynadım, dizimi-dirseğimi sıyırdım, ağaç tepelerinde meyve yedim, en sarı armudu almak için dalın ucuna gideyim derken kırılan dal ve ucundaki armutla yere yapıştım, nefessiz kal-
dım, Kaleyaka'ya yüzmeye, Evliya'ya top oynamaya, Mersin'e, Ramadan'a ve köyümün her mahallesine, ekipler halinde düğünlere gittim, terimin son damlasına kadar oynadım, tepindim, tarlasına top kaçırdığımız kişilerin çangalının önünde nefes nefese koştum, böğürtlen toplayayım derken elimi, yüzümü,gözümü yırttırdım, kirmit(mantar) toplamak için dağ-bayır dolaştım, papatya sapına çilek dizdim, binbir çeşit çiçeklerden taç yaptım, hay bastım...Bunların hepsini yaptım da, bu yaptıklarımı daha sonra yorumlayacak bir ortam bulamadım. Çukurbaşında doyasıya maç izleyemedim, çay içemedim, geleni-gideni seyredemedim. Yaşayabildiğim şeylerin ayrıntısına girememek ve onları, dolayısıyla köyümü doyasıya yaşayamamak içimde ayrı bir boşluktur. Bu, avantaj mıdır? Dezavantaj mıdır? O konuda kesin bir hükme varamıyorum. Belki de doyasıya yaşayamadığım için, doyamadığım için bu denli yoğun bir sevgi bağı mevcut memleketime. Kim bilir?
Son dönem memleket değerlerini, kişileri, yaşam tarzını ise ancak kulaktan dolma, site haberleri ile; zaman zaman da köye gidip orada kısa süre de olsa, yaz veya bayram tatillerindeki izlenimlerimizden, diyaloglarımızdan öğrenebiliyoruz, anlıyoruz. Kendi ço-
cukluğumuzun yaşam tarzı ile bugünü karşılaştırdığımızda ise zaman zaman hayrete düşüyoruz, şaşırıyoruz. Şu an memleketin büyükşehir yaşantısından pek bir farkı yok. Özellikle bizim köyümüz, gelir seviyesinin belli limitlerin üzerinde olması sebebiyle
gayet hareketli. Yeni yapılan evlerimiz modern mimarinin izlerini taşıyor. Evlerimizde, modern hayatın gerektirdiği her türlü beyaz eşya, elektronik eşya mevcut. Birçok evde internet var. Bakkalımızda, pardon marketimizde, sütten yoğurda, sudan yumurtaya, baklavalık yufkasından böreklik yufkaya, hazır kurabiyeden hazır eriştesine varana kadar birçok, daha önceleri benim ninelerim tarafından yapılan, üretilen ürünleri bulmak mümkün.
Şu an memleketimde kaç kişi inek bakıyor. Bırakın ineği, tavuk bile lüks olmuş artık evlerin bahçesinde. Haliyle durum böyle olunca, sabah, önce eşini işine yolcu eden, sonra ineğinin bakımıyla güne başlayan, oradan tavukları salan, ardından bağ-bahçe işlerine koşan memleketimin kadını; haliyle şimdi inek yok, dana yok, tavuk yok, biraz bahçe işiyle meşgul olduktan sonra ya yatıyor ya da komşu ziyaretleriyle, dedikoduyla, altın-gümüş-pırlanta günleriyle vakit öldürüyor. Yani,memleketim, çağdaşlaşma yolun-
da hızla ilerliyor. Haliyle eskiyle yeniyi kıyaslayamıyoruz. Köy,köy olmaktan çıkmış, küçük bir kent, bizim oraların tabiriyle Paris olmuş.
Bu durumu kınıyor muyuz? Hayır, bilakis gurur duyuyorum. Memleketimin insanının gelişmelere kapalı kalmaması, dünyadan haberdar olması ve gelişmelere ayak uydurması güzel bir olay. Ama, insan aynı zamanda istiyor ki, bu gelişmelerle geleneklerden kopmayan, sahip olduğu saygı-sevgi olgularından birşey kaybetmeyen insanlarımız; köy yaşantısının gereği olarak kabul edilen, ihtiyaç için, doğal yaşam için hayvancılığa devam etsin, onu bir hobi olarak görsün. Acaba, biz olsak yapar mıydık?Yaşamadan bilemeyiz.
Ben, insanıyla, doğasıyla, fındığıyla, mısırıyla, kirmidiyle, evliyasıyla, çukurbaşıyla, elması-armuduyla, taflanıyla, yeni ve eski haliyle, tavuğuyla, ineğiyle, atıyla... velhasıl kerem herşeyiyle memleketimi seviyorum; o memleketin bir mensubu olmaktan gurur
duyuyorum.
Yetişen yeni nesle de bunu elimden geldiğince aşılamaya çalışıyorum.
Ufuk KORKMAZ/Ağustos 2010
|