ÖNEMLİ BİR KONU !

GEN KAYNAKLARIMIZ ELDEN GİDİYOR…
HATTA GİTTİDE GERİ BİLE DÖNENİ VAR
Nüfusunun 2010 yılında 7 milyar olması beklenilen dünyamızda toplam 250.000 bitki türünden yaklaşık 5000 bitki türü insanların beslenmesinde kullanılmakla birlikte, bunlardan 1500 türün tarımı yapılmaktadır Dünya nüfusunun artmasına paralel olarak, bu bitkilerin üretimlerinin de artırılması bir zorunluluktur. Klasik bitki ıslahı programları ile geliştirilen verimli ve kaliteli çeşitlerle insanların beslenme gereksinimleri karşılanmış olup çalışmalar günümüzde de hızla sürmektedir. Buna karşın dünya tarımı değişen biyotik ve abiyotik çevresel baskılar nedeniyle ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Gelecekte ortaya çıkabilecek olan yeni hastalık ve zararlılar ile toprak ve atmosferde oluşan değişikliklerin bitkilere olan etkileri önceden bilinemez. Dolayısı ile, bu yeni koşullara uyum sağlayacak çeşitlerin geliştirilmesinde kullanılacak olan genlerin de neler olacağını tahmin etmek olanaksızdır. Kültür çeşitleri, gen yapıları bakımından homojen hale gelmiş olup, ilkel formlara ve yabani akrabalarına oranla çok daha az genetik çeşitlilik içermektedir. Yabani türler ise, geniş bir genetik tabanı olan ve kültür bitkilerinin ileride çıkabilecek sorunlarının giderilmesinde ya da bitkilere yeni özelliklerin kazandırılmasında önemli birer kaynak oluşturan gen depolarıdır. Bu nedenle, geleceğin gen kaynaklarını oluşturacak olan tüm bitkisel materyali koruma altına alma çalışmalarına, bugünün insanlarının en önemli görevi olarak bakılmaktadır.
Florasında 163 familyaya ilişkin 1225 cins, 9000 tür bulunan ve bunlardan 3000 türü endemik (sadece ülkemize has) nitelikte olan Türkiye’nin; 203 familyaya bağlı 2.500’ü endemik 12.000 türe sahip tüm Avrupa ülkeleri ile karşılaştırıldığında bitkisel gen kaynakları bakımından ne kadar zengin bir ülke konumunda olduğu kolaylıkla anlaşılır. Bu nedenle, genetik materyalin korunması ve kullanımına ilişkin çalışmaların Türkiye için ayrı bir önemi vardır. Bitkisel gen kaynaklarından doğrudan ya da genitör olarak günümüze kadar çeşitli şekillerde yararlanılmıştır. Ancak daha bir çok tür, özelliklerinin tam olarak bilinmemesi ya da gen aktarımındaki bazı güçlükler nedeni ile kullanılamamaktadır. Yeni teknolojilerin bu sorunlara çözüm getirmesi, özellikle bitki ıslahı tekniklerine yeni olanaklar sağlayacağından, bitkisel gen kaynaklarının daha etkin bir biçimde değerlendirilmesi söz konusu olacaktır. Bu durum bitkisel gen kaynaklarının gelecekteki önemini de açıkça göstermektedir.
Yöremizde özellikle fındık tarımı yapılmaya başladığı dönem ve sonrasında fındık dikili alanların artmasına paralel olarak fındık dikim alanı açmak, mevcut bahçelerin güneşlenmesini engellemeleri, ticari değerinin olmadığı, kışlık yakacak ihtiyacı v.b gibi nedenle her geçen gün yöreye adapte olmuş yabani çeşitlerin şiddetli bir tahribatı söz konusudur. Bu kapsamda özellikle bahçelerde bulunan sivri elma, taş elma, sinap elma, kabak elma, gürcü elma, güz armudu, kendir armudu, kokulu siyah üzüm, kış üzümü, er kiraz, ak kiraz, yerli kirazlarımız incirlerimiz v.b……….gibi yerel çeşitler giderek yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Diğer taraftan nerde o eski mısırlarımız, fasulyelerimiz, bostanlarımız (hıyar), etli domateslerimiz. İşte artık hiç biri eskisi gibi değil. Gelecek belki de bu günden daha kötü olacak kim bilebilir ki.
Mısır tarlasında mısırın gövdesinde şöyle içi kül dolu siyahcana bir yapı gördünüz mü işte o mısırlarda verim ve kaliteyi direk etkileyen bir hastalığın açık bir imaresidir. Mısır rastığı denen bu hastalık çoğunlukla nemli iklim bölgelerinde mısıra musallat olan fungal bir hastalıktır. Burada uzun uzadıya hastalıkla ilgili bilgi vermeyeceğim asıl olan konumuza dönersek işte o kül gibi belirtilere bizim atadan dededen gelen mısır çeşitleri oldukça dayanıklı iken ıslah edilen yeni hibrit çeşitler ise daha az toleranslı oldukları bilinmektedir. Dünyada artan hibrit tohum kullanımı yöremizde de giderek artmış hatta bazı bölgelerde atadan kalma hiç mısır tohumu kalmamıştır. Gelecekte bizi bekleyen tehlikeleri önceden sezebilen birileri her şey geçmeden kızlarının çeyizlerinin arasına bir bardak olsun, en azından bir tane tohum koyuversin. Çünkü bir gün gelecek o tohumun genetik yapısına ihtiyaç duyacağız. İşte burada mısır örneklerden sadece ve sadece bir tanesi.
Siz hiç bisikletine binmiş dağ tepe gezen bir turist, kendi insanımızın bilmediği çoğrafyaları bilen başka bir turist, ekoturizm sevdalısı yabancı v.b. … gördünüz mü? Eğer siz görmediyseniz ben gördüm, insanlarımız böylesi turistleri bu ülke topraklarında çok gördü ama ne zaman? Bundan birkaç sene evvellerine kadar. Şimdi ise o kadar kalmadı. Peki niye bu sevda? Çünkü artık dağda, tepede, ovada, kırda, bayırda toplanacak bitkisel materyal bırakmadılar tümünün bir örneği artık onlarda da var. İşte ulusal gen kaynaklarımız artık uluslar arası oldu. Bizden özce Avrupa birliği üyesi oldu. Bir gün gelecek bize oralardan caka satacaklar. O gün geldiği zaman ise ah çekmenin bir anlamı da pek kalmayacak. Bence bize ait, bizim olan, anavatanından ayırılan bu bitkisel gen kaynaklarımız bu kadar sorumsuzluğu hak etmiyor. Gelecekte bir gün birileri bu ülkenin genetik materyalinin patent haklarını ellerine alarak bize bizim genlerimizi parayla satacaklardır.
Eğer biz kendimize ait değerlere sahip çıkmaz isek bu gün kıymetini bilemediğimiz bu gen kaynakları, ortaya çıkacak yeni bitkisel hastalıkların dermanları olmaktan mahrum olacaklardır. Bırakında bazı ağaçlarımız bahçeyi vursun en azından azcık gölgeye de ihtiyaç var.
Not: Lale örneğini de siz hatırlayın .
Ersin DİLBER
Ziraat Mühendisi
|